Son Güncelleme: 4 Aralık 2015 10:42 Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği Osmancık Şubesi tarafından düzenlenen ‘Düşünce Seminerleri’nin bu haftaki konuşmacısı Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Evkuran oldu…
Çorum Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Evkuran, küresel güçlerin yaptıkları müdahalelerle İslam dünyasının dengesini bozmaya, dinsel, kültürel ve etnik fay hatlarını derinleştirmeye çalıştıklarını belirterek, “izlenen politikaların temel amacı Müslüman dünyayı “öfkeli kalabalıklar”ın tahakkümü altına sokmaktır. Bu bizim için oldukça tehlikeli bir durumdur. Zira öfkeli kalabalıklar kültür ve değer üretemezler. En çok da ait oldukları topluma ve kültüre zarar verir, içten bunları tüketirler” dedi. Evkuran, yaşadığımız sorunlara tektipçi, kısır ve indirgemeci değil kapsamlı bir bakışla yaklaşılması gerektiğini ve farklı disiplinlerin birikimlerine dayanmanın kaçınılmaz olduğunu vurguladı. Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği Osmancık Şubesi tarafından düzenlenen ‘Düşünce Seminerleri’nin bu haftaki konuşmacısı Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Evkuran oldu. Evkuran, seminerde ‘Kimlik Arayişi ve Ötekileştirme Stratejileri: Siyaset ve Teoloji Ekseninde Bir Tartışma’ konulu bir konuşma yaptı. Konuşmasına ülkemizde ve bölgemizde yaşanan sorunların nasıl anlaşılması gerektiğine dair ‘yaşadığımız sorunlar bir inanç mı yoksa siyasîtoplumsal krizin dışa vurumu mudur?’ sorusuyla başlayan Evkuran, uzmanların kendi alanlarını fetişleştirmek ve abartmak gibi eğilimleri olduğunu, buna bağlı olarak ilahiyatçılar açısından bir ‘iman krizi’ yaşandığını ancak bir siyaset bilimci açısından ise politik ve toplumsal bir sürecin ve doğurduğu sorunların tartışılması gerekeceğini ifade etti. Yaşadığımız sorunlara tektipçi, kısır ve indirgemeci değil kapsamlı bir bakışla yaklaşılması gerektiğini ve farklı disiplinlerin birikimlerine dayanmanın kaçınılmaz olduğunu vurgulayan Evkuran konuşmasında şu görüşleri dile getirdi: “Yaşanan tarihsel ve politik sorunlar ait oldukları bağlamda çözümlenemeyince faturanın başka alanlara kesildiğini, örneğin sosyal bir sorunun dinî ve ahlakî bir görüntüyle karşımıza çıkabileceği gerçeğini unutmamak gerekir. Kimlikler belirli tarihsel ve toplumsal şartlarda doğup gelişen, değişime açık canlı ve dinamik yapılardır. Tüm kimlikler hatta dinsel olanlar da vahiy gibi yukarıdan paketlenmiş olarak inmez. Aksine yeryüzündeki bireysel ve toplumsal tecrübelerin ürünü olarak insan eliyle ortaya çıkarlar. Bunların beşeri doğası ve tarihsel kurulumunu göz ardı etmek, kimlik sahiplerini dogmatizme ve radikalizm saplantısına sürüklemekte ve bunun sonucu olarak çatışmalara ve düşmanlıklara yol açmaktadır. Ötekileştirme de süreçte gelişip güçlenmektedir. Bunu kırmanın yolu hakikatin bir gurubun sübjektif söylemine ve pratiğine sığmayacak nitelikte zengin ve aşkın olduğunu fark etmekten geçmektedir. Eğitimin bir görevi de yeni kuşaklara hakikat tekelciliğin zararlarını göstermektir. Hakikat iddiası taşımak çok değerli olmakla birlikte, onun farklı tezahürleri bulunduğu gerçeğinin benimsenmesi de bir o kadar değerlidir. Entelektüel ve kültürel etkileşim de bu düşünceden meşruiyetini almaktadır. Yönetim kültürü üzerine düşünmek ve bir sosyal teori geliştirmek önem taşımaktadır. Sağlıklı ve sağlam bir yönetim kültürü aktif ve canlı biçimde işletildiğinde, şiddet, ötekileştirme ve çatışma duygularının beslendiği irrasyonel zemin zayıflamaktadır. Bu nedenle aydınların, entelektüellerin ve siyaset yapıcıların tüm bir toplumu kuşatıcı politikalar üretmeleri gerekir. Politika sadece belirli bir toplumsal kesimin ya da inanç gurubunun beklentilerini ve hedeflerini gözeterek yapılamaz. Devlet aygıtının bu tarz toplumsal yönlendirmelerden kendini uzak tutması çok önemlidir. Zira her kesim devlet gücünü etkilemek ve kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak isteyecektir. Küresel güçler müdahaleleri ile İslam dünyasının dengesini bozmaya, dinsel, kültürel ve etnik fay hatlarını derinleştirmeye çalışıyorlar. İzlenen politikaların temel amacı Müslüman dünyayı “öfkeli kalabalıklar”ın tahakkümü altına sokmaktır. Bu bizim için oldukça tehlikeli bir durumdur. Zira öfkeli kalabalıklar kültür ve değer üretemezler. En çok ta ait oldukları topluma ve kültüre zarar verir, içten bunları tüketirler. Ülkemizin ve coğrafyamızın içerdiği çok kimlikli e çok kültürlü yapı bizim için sorun değil bir zenginlik olarak görülmelidir. Buna uygun bir eğitim tarzı izlenmeli ve tektipçi yaklaşımlardan kaçınmalıdır. Bunu yerelde en güzel ve etkin uygulayacak kurumlar da STK’lardır. STK’larımız yitirdiğimiz esnekliği tekrar bize hatırlatacak etkinlilerde ağırlık vermeli, özellikle gençlerimize ve kadınlarımıza bu değerleri kazanacakları ortamlar yaratmalıdır. Sanat, spor, edebiyat, estetik alanlara eğilmek ve burada kendi değerlerimizi ifade etmek için çalışmak zorundayız.”








Kavgada bir kişi silahla yaralandı!
Eşek arıları yüzünden ölümden döndü
Taş fırınlarda pişirme geleneği sürüyor
Nefes borusuna yapıştı hayatını kaybetti
Emekli oldu köyüne pizzacı açtı




