Son Güncelleme: 21 Mayıs 2014 15:49
Hitit Akademi’nin bu haftaki konuğu Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tasavvuf Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Halil İbrahim Şimşek oldu. Osmanlı’nın son yüzyılında Tasavvuf alanında meydana gelen usûl tartışmaları’nın konuşulduğu programın açılışını yapan Hitit Akademi Derneği Başkanı Öğr. Gör.Zekeriya Işık, İlahiyat Fakültesi Tasavvuf Anabilim Dalı Başkanlığı’na yeni atanan Şimşek’i tebrik etti. Işık, Tasavvufda usul ve yöntem tartışmalarının hemen hemen tasavvuf tarihi kadar eski olduğunu, dolayısıyla tarihi arka planı oldukça derin ve karmaşık olan bu konuyu uzmanlarından dinlemenin önemine inanarak bu hafta Prof. Dr. Halil İbrahim Şimşek’i davet ederek bu programı düzenlediklerini belirtti. Işık, Hitit Akademi Derneği kurucu üyelerinden olan ve halende derneğin ve derneğin üst kurullarından olan Yüksek İstişare Kurulu üyesi de olan Şimşek’e katkılarından dolayı teşekkür etti.
Prof. Dr. Halil İbrahim Şimşek’in; Türk modernleşmesi süreci olarak tanımlanan ve Osmanlı’nın son yüzyılı ile Cumhuriyet’in ilk yıllarını kapsayan dönemde (1908-1925) tasavvuf alanında meydana gelen bazı yöntem tartışmaları yapılmıştır. Bu dönemde yaşayan sufîlerin tasavvuf adına ortaya çıkan kurumları, onun adına gerçekleştirilen faaliyetleri ve bunlar neticesinde oluşan durumları birçok açıdan değerlendirdikleri anlaşılmaktadır. Dahası tasavvufî düşüncenin ve onun kurumsal yansımalarının olumlu veya olumsuz yanlarına ilişkin tartışmaların meydana geldiği görülmektedir. Bu bağlamda ele alınan meselelerin çözümlenmesi için hem kurumsal, hem de fikirsel düzeyde bazı gelişmeler sağlanmıştır. Özellikle Tasavvufun temel İslâmî ilimlerden biri olup olmadığı konusu bu dönemde ciddi boyutta tartışılan meselelerden biridir. Bazı âlimler İslamî ilimleri tasnif ederken tasavvufu ahlak ve vicdana hitap eden bir maneviyat ilmi olarak değerlendirmişlerdir. Diğer bir kısmı ise ortaya çıkan literatürü ve kültürü göz ardı ederek Tasavvufun müstakil bir ilim dalı değil de İslâmî yaşantının manevî bir boyutu olabileceğini ifade etmişlerdir. Bunların ötesinde tasavvufu İslâmî olarak görmeyenlerin de var olduğu görülmektedir.
Bu dönemde tasavvufî kavramların önemli bir kısmı geleneksel tanımları ve yapılarıyla değerlendirilmiştir. Ancak murâkabe, râbıta, riyâzet, vakit, mürşit, mürid, muhib, tekke vb. tasavvufun uygulama alanına ilişkin bazı kavramlar yeniden tanımlanmıştır. Bunun yanı sıra tasavvuf ve sufî kelimeleri de tanımlanan kavramlar arasındadır. Ayrıca tasavvufun en çok üzerinde durulan konularından biri olan vahdet-i vücud meselesi de bu dönemde tartışılan kavramlar arasındadır. Vahdet-i vücudun lehinde ve aleyhinde çeşitli görüşler ortaya atılmıştır. Her iki yönde görüş belirtenler kendi fikirlerini delillendirip açıklamaya gayret etmişlerdir.
Seminer konusunu zaman dilimi ve coğrafya açısından sınırladığımız dönemin önde gelen sufî yazarlarının ortaya koyduğu fikirler ve değerlendirmeler neticesinde, tabanda görülen fikrî eksikliği tamamlamak amacıyla bazı yayın faaliyetlerinin gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır. Bunlar arasında sufîlerin ihtiyaç duyabilecekleri bilgilere ulaşılmasını kolaylaştırmak amacıyla kütüphane kurma, sözel olarak onları eğitmek ve bilgilendirmek maksadıyla konferanslar düzenleme, yazılı olarak söz konusu amaca hizmet için dergiler ve kitaplar yayınlama gibi gayretleri sıralamak mümkündür. Osmanlı’nın son yüzyılında kurumsal açıdan sufîlerin kendi geleneklerini sürdürüp uygulamalarını icra ettikleri yerler olan tekkelerin asıl amacından saptırıldığı ve bu müesseselerin yeniden düzenlenmesi gerektiği belirtilmiştir. Bir yandan Meclis-i Meşâyıh, Cemiyet-i Sufiyye ve Cemiyet-i İttihad-ı Sufiyye gibi müesseseler oluşturulurken, diğer yandan şeyhlerin ehliyetli olmasını sağlamak amacıyla Medresetü’l-Meşâyıh adıyla bir okul kurmak için bazı girişimler yapılmıştır. Meclis-i Meşâyıh adına yayımlanan nizamnâme ve talimatnâmelerde müritlerin eğitilmesi, şeyhlerin ehil insanlardan seçilmesi ve düzenli bir şekilde tasavvufî faaliyetlerin icra edilebilmesi için tekkelerin sıhhî meseleler ve işleyiş açılarından ıslah edilmesi gibi bazı usul konuları ele alınmıştır. Bu bağlamda resmî tekkeler ve özel tekkeler ayrı düşünülerek her ikisinin mevcut olan kendi şartlarına göre yeni düzenlemeler yapılmıştır.