Son Güncelleme: 14 Haziran 2014 09:44 Türk Büro Sen Çorum Şube Başkanı Sami Çam, Misak-ı Milli sınırları içerisinde yer alan Musul ve Kerkük’ün Lozan Antlaşması çerçevesinde Türk yurdu ilan edilerek, 82 ve 83. il sıfatı verilerek vali atanmasını istedi.
Türkiye için dün Batıdan gelen felaketin bugün Doğudan geldiğini ifade eden Sami Çam, “Irak’ın Kuzeyi Kürt devleti, doğusunda Sünni Arap İSID, güneyde Şii olmak üzere üçe bölünmüş bir yapı mevcuttur. Bu bölüşümün tek kaybedeni Özal’la kaybetmeye başlayan kendi öz kardeşine sahip çıkmayan Türkiye Cumhuriyeti Devleti olmaktadır. Türkmen kenti Kerkük Kürtlere verilmiş, Türkmen Kenti Musul Araplara verilmiş, Bağdat, Tikrit Şiilere bırakılmış, olan Kerkük zindanlarında Türkmenlere olmuştur. Herkes karlı çıkmış bu olup bitenden sadece Türkmenler evinden barkın yuvasından olmuş, kardeşi olan Türk devleti Türkmenleri bugünde sahipsiz bırakmıştır” dedi.
Türkiye’nin bugün içeride ve dışarıda yaşadığı süreci, bundan 100 yıl önce yaşanan karanlık döneme benzeten Sami Çam, “dün Balkanlardan gelen felaketler bugün Ortadoğu’dan, Doğudan gelmektedir. Beslemeler bizlere kafa tutan konsolosluğu basma cesaretinde bulunan, çalışanları rehin alan bir yapı devlet görevlilerinin hiç karşılık vermeden teslim olmuş bir Türk heyeti, aynen Süleymaniye’de yaşandığı gibi teslim olursan başına çuval geçireler. Dünya siyasetinin büyük aktörlerinin küçük oyuncusu olan örgütler Ortadoğu’yu şekillendirme çabasına girmişlerdir” ifadesini kullandı.
Türk Büro Sen Çorum Şube Başkanı Sami Çam, yaptığı açıklamada şöyle dedi:
“8 Ekim 1912 tarihinde başlayan, 30 Mayıs 1913 tarihinde sonuçlanan ve tarihe Balkan Savaşları diye not düşülen savaşlar, bugünün Avrupa’sının siyasi haritalarının çizilmesine ve Dünyanın en kanlı savaşlarının birinci ve ikinci Dünya savaşlarının başlamasına neden olmuştur.
Bu sürecin Osmanlı Devletini etkilememesi mümkün olmadığından Osmanlının hem siyasi yapısını hem de coğrafi yapısının değişmesini tetikleyen bir başlangıç olmuştur.
Balkan savaşları ve devamında meydana gelen birinci dünya savaşı, dünyanın en kanlı çarpışmalarına sahne olmuş, işgale uğramış milletlerin de kurtuluş mücadelesi vermesine vesile olmuştur.
İşte 1900’lü yılların başları Türk’ün ateşle imtihan edildiği yıllar olarak tarihin sayfalarında yerini almıştır. Osmanlı devletine dayatılan azınlık hakları, barış, özgürlük, hürriyet, demokrasi, diye diye, alıştıra alıştıra vatanın her tarafından işgaller başlamış, Ay Yıldızlı al bayrağımız teker teker yurdumuzun çeşitli bölgelerinden indirilmeye başlanmıştı.
Balkan savaşları; Osmanlı hâkimiyeti alanı içerisinde Osmanlı topraklarını paylaşamayan, bir dönem Osmanlının uysal çocukları olan azınlıklar tarafından çıkartılmıştır. Osmanlı kendi iç siyasal çekişmeleri yüzünden ordunun siyasete karışması, ordunun içindeki iç karışıklıklar gibi birçok sebepten dolayı 1. Balkan savaşlarını kaybetmiş, savaş sonrası bölge insanı en acımasız işkence ve ölümler sonucu kendi vatanlarını bırakarak Anadolu ya çileli meşakkatli bir göç başlamıştır.
Bu acı ve ölüm göçünün Türk milletinin hafızasından silinmesi mümkün değildir. Devamında yaşanan acılar 1. Dünya savaşı boyunca katlanarak devam etmiştir.
İşte bugün geldiğimiz noktada dün felaketler batıdan ecnebilerden köklü düşmanlardan gelmekte idi, bugün ise içeriden, komşudan ve dahi akraba bildiklerimizden, doğudan gelmektedir.
Ülkenin namusu olan al bayrağı korumakla görevli olanlar yani ordu, kafasına çuval geçirilmenin acısını unutmadan, kışlasındaki bayrağa sahip olamamış bir ordu halini almış, konsolosluğu çeteler, tarafından basılan, kaçırılan rehin alınan, bir devlet yani balkan savaşları sonrası yaşanan tüm olumsuzluklar bugünde bire bir aynen yaşanmaktadır. Fark dün batıdan gelen felaket bugün doğudan gelmektedir.
Bu gelinen süreç bugün birden ortaya çıkmamıştır. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin NATO’ya girmesi ile şekillenen savunma anlayışında 1991 yılında Rusya’nın çöküşü ile savunma anlayışı ve stratejisi değişen güvenlik birimlerinin 1990 -2000 yılları arasında içinde bulundurdukları enerjiyi ve heyecanı ülkenin içinde bulunduğu terör sorununa harcamış, PKK terör örgütü ile mücadele edilmiş ve 2002 yılına geldiğinde örgütün üst düzey yöneticileri teker teker yakalanmış, örgütün lideri Kenya’da yakalanarak yurda getirmiş hak edilen cezası çekmesi için ceza evine gönderilmiştir.
Ancak 2002 sonrası Türk ordusunun büyüklüğünden ve azminden ve başarısından korkanlar ilk defa, geçmişi zaferlerle dolu şanlı Türk ordusuna yapılan bilinçli veya bilinçsiz operasyonlar yapılmaya başlanılmıştır.
4 Temmuz 2003 tarihinde Süleymaniye’de askerin başına çuval geçirilmesi ile süreç başlamış oldu. Türk ordusunda bulunan ve kendi vicdanlarına Türk vatanı kim işgal edebilir sorusunun karşılık, alınan cevaba binaen hazırlık yapıldığı düşünülürse ve buna göre hazırlık yapıldığı anlaşıldığında, askerin kozmik odasına girilmesi de bunun devamıdır.
Türk subaylarına aslında yapılmak istenen kendisini Avrasyacı subayların ordudan tasfiyesi, NATO’cu subaylara yer açılması olarak da görülebilir. Tüm bu olanlar aslında belirli aşamalarda giden orta vadede uygulanan planların bir amacı idi bu amaç bugün itibariyle hâsıl oldu. Şanlı ordumuzun kışlasında Türk bayrağının indirilme sine kadar gelen bir süreç.
Ülkenin içeride ve dışarıda yaşadığı bu süreçler bundan 100 yıl öncesinin karanlık dönemlerine ne kadar benzemektedir. Dün balkanlardan gelen felaketler bugün Ortadoğu’dan, doğudan gelmektedir. Beslemeler bizlere kafa tutan konsolosluğu basma cesaretinde bulunan, çalışanları rehin alan bir yapı devlet görevlilerinin hiç karşılık vermeden teslim olmuş bir Türk heyeti, aynen Süleymaniye’de yaşandığı gibi teslim olursan başına çuval geçireler. Dünya siyasetinin büyük aktörlerinin küçük oyuncusu olan örgütler Ortadoğu’yu şekillendirme çabasına girmişlerdir.
İngiliz ve Suudi desteğini alan İŞİD terör örgütü Sünni bölgelerde taban bulmuş ve vilayetleri zapt etmek çabasına girmiştir öyle ki her şey çok planlı bir şekilde Musul Kerkük hattında 200 km geniş alanda hakim almak yolunda ilerlemekte. Irak ordusu tek bir kurşun sıkmadan, kentleri bir avuç militanlara teslim etmekte. Irak’ta olup biten 2003 yılından buyana Irak devletini önce eyaletlere daha sonra bağımsız, güçsüz devletçikler kurulmasının temelleri atılmış, bugün ise bunlar gerçekleştirmek istenmektedir. Irak’ın kuzeyi Kürt devleti, doğusun da Sünni Arap İSID, güneyde Şii olmak üzere üçe bölünmüş bir yapı mevcuttur.
Bu bölüşümün tek kaybedeni Özal’la kaybetmeye başlayan kendi öz kardeşine sahip çıkmayan Türkiye Cumhuriyeti Devleti olmaktadır. Türkmen kenti Kerkük Kürtlere verilmiş, Türkmen kenti Musul Araplara verilmiş, Bağdat, Tikrit Şiilere bırakılmış, olan Kerkük zindanlarında Türkmenlere olmuştur. Herkes karlı çıkmış bu olup bitenden sadece Türkmenler evinden barkın yuvasından olmuş Kardeşi bu olan Türk devleti Türkmenleri bugünde sahipsiz bırakmıştır.
Ortadoğu’da olanlara bakıldığında Türk devletinin komşularla sıfır sorun, bölgede lider ülke söylemlerinin aslında yapılan yanlış politikalar sonucu öyle olmadığını herkes görmekte bölgede başına çuval geçirilmiş devlet, konsolosluğu çete tarafından rehin alınmış, içeride kışlasından bayrağı indirilmiş Bir Türk Devleti algısı hızla yayılmış durumda.
Türk devleti var oluş mücadelesini hep en zor şartlarda güçlü mücadelelerle vermiş kendi özgürlük anlayışı içerisinde dünya milletlerine de örnek olmuştur. Kökleri derin bir devlet geleneği olan devletin her ne kadar bazı unsurları törpülense de tarih bize şunu göstermiştir ki küllerinden doğan bir millet olmuşuzdur. İçeride ve dışarıda geliştirilen politikaların iç siyaset malzemesi yapılmadan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin otoritesi ve gücü içerideki hainlere ve dışarıda Türk devletinin toprağına müdahaleden bir avuç çetelere gereken dersleri acilen ve anında verilmesi, Musul ve Kerkük kentlerinin, 20 Ocak 1920 yılında alınan Misak-ı Milli kararları ve Lozan antlaşması çerçevesinde bu şehirlerin Türk yurdu olduğu ve 82.83. il sıfatı verilerek valilerin atanması gerekmektedir.”
Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.