Son Güncelleme: 21 Haziran 2014 12:22 Eğitim ve Bilim İşgörenleri Sendikası (Eğitim-İş) Çorum Şubesi Başkanı İlhan Yaşar, AK Parti İktidarının 12 yıllık döneminde eğitim sisteminde piyasalaştırma ve gericileştirme çalışmalarının hız kazandığını bildrirdi.
İlhan Yaşar, yaptığı yazılı açıklamada; “MEB’de sürdürülen yabancı destekli projeler genel eğitim sistemimizi küresel piyasacı düzene eklemek amacıyla yaygınlaştırılarak bakanlık projeler cennetine dönüştürüldü. Eğitim sistemimizin temel hedef olarak süre gelen aydınlanmacı birey anlayışı yerine küreselleşmeci liberal birey yetiştirme olarak değiştirildi” dedi.
Eğitim-İş Çorum Şube Başkanı İlhan Yaşar’ın konuyla ilgili açıklaması şöyle: “İktidarların eğitimin özelleşmesi – piyasalaşması istek ve gayretlerine rağmen ülkemizde kişi başına ortalama gelirin düşüklüğü; gelir dağılımının dengesizliği; devlet okullarına duyulan güven duygusu; kimi özel okulların “cemaat okulu” olarak tanınması gibi nedenlerle özel okullar oranı uzun yıllar istenilen düzeye getirilememişti.
Kasım 2002 genel seçimlerinde oyların yüzde 34’ünü ve milletvekillerinin yüzde 60’ını kazanarak işe başlayan AKP iktidarının eğitimin gericileşmesi ve piyasalaşmasıyla ilgili karar ve uygulamaları ilk dönemlerde, bir önceki Cumhurbaşkanı A.Necdet Sezer ile üst düzey yargı organları tarafından engellenmişti. Cumhurbaşkanının değişmesi, anayasa referandumundan sonra yargının ele geçirilmesi ile eğitimin yeniden şekillendirilmesi için çalışmaları hızlanmıştır.
İlköğretimde tek-forma giyilmesi uygulamasına son vererek işe başlayan iktidar, Acil Eylem Planında yöneticilerin atamasında liyakat esas alınacağı vurgulansa da her kurumda yaptığı gibi MEB’de de kadrolaşma ve dini öğretimden geçenleri üst düzey görevlere getirmeye özen gösterdi. Kadrolaşmada ilk icraat olarak tüm il ve ilçe milli eğitim müdürlerini görevden olmak oldu. 17 Aralık 2013 tarihli yolsuzluk davası sonrası yargıda ve poliste ortay çıkan cemaatçi kadrolanma ve yapılan tasfiyeler ile tasfiye edilenlerin yerlerine getirilenler, kadrolaşmanın boyutunu göstergesidir.
Devlet desteği olmadan MEB’de özeleşmenin olamayacağını anlayan iktidar; özel okullara – özel dershanelere destek olmaya, işadamlarına teşvikler sunmaya, bedava arza tahsis etmeye, merkezi okulların satılmana, okulların eğitim yerleşkelerinde toplanmasına, liselerin dönüştürülmesi gibi kararlarla sürekli eğitimi piyasaya açma yollarını denedi. Denetim dışı bıraktığı başlamadan sona eren Fatih Projesi ile de eğitimin piyasalaşmasına katkı sağladı. Hatta eğitimin piyasalaşması ve gericileşmesini toplumun talebi gibi göstermek için arka bahçesi olan sendikalar aracılığı ile Milli Eğitim Şuraları kullanıldı.
İktidar çıkardığı Kamu Yönetimi Temel Yasası ile kamu hizmetlerinin daha etkili ve verimli olarak yerine getirilebilmesi söylemiyle; kamu hizmetlerinin özel sektöre ve alanında uzmanlaşan sivil toplum örgütlerine gördürülmesinin yolunu açtı. Bu yasayla eğitimde ulusal değerler zayıflatıldı, bilimsellikten uzaklaşıldı, sömürü artırılarak, zengin ile yoksul kesim arasındaki uçurumu derinleştiren bir yaklaşım benimsendi. Bu yasa özelleştirmeyi hızlandırdı, uluslararası sermayeyi güçlendirerek devleti sosyal devlet olmaktan uzaklaştırdı. Bu yasayla ücretsiz ya da makul ücretler ödenerek alınan kamusal hizmetler, özel sektör tarafından ve yüksek ücretler ödenerek alınabilir hale getirdi.
MEB’de sürdürülen yabancı destekli projeler genel eğitim sistemimizi küresel piyasacı düzene eklemek amacıyla yaygınlaştırılarak bakanlık projeler cennetine dönüştürüldü. Eğitim sistemimizin temel hedef olarak süre gelen aydınlanmacı birey anlayışı yerine küreselleşmeci liberal birey yetiştirme olarak değiştirildi. Bu hedefi 2005 yılında İlköğretim Genel Müdürü 250 bine satılan bir bardak mısırı talep artınca 500 bine satan öğrenci örneği ile açıklamıştır.
Eğitimi, kendi muhafazakâr hedeflerini hayata geçirmek için bir araç olarak kullanan siyasi iktidarın hukuk tanımaz uygulamaları eğitim sistemini içinden çıkılmaz hale getirdi, getirmeye devam etmektedir.
Eğitimin yok edilme çalışmalarını saymakla bitmezken en son yaşananları hatırlarsak; 4+4+4 eğitim sistemi ile Cumhuriyet’in kuruluş temellerinden biri olan ‘’Öğretim Birliği’’ ortadan kaldırıldı. Buna bağlı olarak eğitimi, uluslar arası sermayeye sunma çalışmaları hızlandı. Yapılan yanlışlardan bazıları düzeltilmeye çalışılsa da iş bilmez yöneticilerin cezasını çocuklarımız çekmeye devam ediyor.Çocuklarımızın estetik, sportif, işitsel, duygusal ve sosyal gelişimini sekteye uğratmak anlamı taşıyan uygulama ile binlerce beden eğitimi öğretmenini norm kadro fazlası durumuna düşürme çabası içine girdi. Meslek liselerinde yapılan değişikliklerle, öğretim birliğine son vererek, medrese-mektep ikilemi günümüze taşımak istenmektedir.
166 yıllık öğretmen yetiştirme tarihimiz ve 90 yıllık Cumhuriyet tarihimiz boyunca Köy Enstitüleri’nden başlayarak öğretmen yetiştirme konusunda önemli adımlar atılmasına karşın günümüzde hem öğretmen yetiştirme sisteminde, hem de yetiştirilen öğretmenlerin istihdamında ciddi sıkıntılar yaşanmaktadır. Nitelikli eğitim ancak nitelikli öğretmenler yetiştirmekle mümkündür. Ülkenin geleceği, iyi yetişmiş ve mesleğinde söz sahibi öğretmenlere bağlıdır. Ancak o zaman ‘fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür’ kuşaklar yetiştirilebilir. İktidarın böyle bir kaygısı olmadığı için öğretmen liselerinin kapatılması ve Anadolu Liselerine dönüştürülmesi sessizce gerçekleştirildi. Özellikle ilimizde milli eğitimin şekillenmesinde etkili olan AKP milletvekilinin özel eğitim sektöründe işveren olması içinden çıkılamaz bir çelişki oluşturmaktadır.
Kadrolaşmada sınır tanımayan hükümet yeni bir kadrolaşma hareketini başlatmaya hazırlanmaktadır. MEB’e Bağlı Eğitim Kurumları Yöneticilerinin Görevlendirilmelerine İlişkin Yönetmelik ve MEB’na Bağlı Eğitim Kurumları Yöneticilerinin Görevlendirilme Kılavuzu yayınlandı. Söz konusu yönetmelik de eğitim kurumlarına yandaş yönetici atama hevesinin güncel örneğidir. Artık atamalarda liyakat ölçütü askıya alınmış, tek ölçü yöneticinin AKP’ye bağlılık derecesi ile AKP’nin yerelleştirmeci ve özelleştirmeci politikalarına hizmet edecek olması olmuştur. Yönetici atamalarında sözlü sınav, yapısı ve doğası gereği asla objektif değildir. Çünkü sözlü sınav yapanların; adayları tamamen kendi kişisel değer yargılarına göre ölçmeleri ve değerlendirmeleri esasına dayanmaktadır. Sözlü sınavın amacının ne anlam geldiği herkes tarafından çok iyi bilinmesine rağmen iktidar bunda inatla ısrar etmektedir.
MEB’in 22 Haziran tarihinde yapılacak olan Parasız Yatılılık ve Bursluluk Sınavı saatinde yapılan değişiklik ve bu değişiklikle sınav giriş belgelerinin değiştirilmesi sınavların ciddiyetini ve yöneticilerin becerilerini gözler önüne sermektedir.
Bu kadar olumsuzluklar yaşanırken görevi süresince Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün karşı çıktığı ya da AKP’nin 12 Eylül 2010 halkoylaması sonrasında yeniden yapılandırdığı yüksek yargı organlarının iptal ettiği hiçbir uygulama olmaması da önemli bir ayrıntıdır.
İktidar, eğitimden Atatürk ve ulusal değerleri çıkarmak diğer yandan da eğitimi özelleştirmek-piyasalaştırmak için olanca gücüyle çalışmaktadır. Bizler iktidarın amaçlarını ve iktidarda kalabilme diyeti için yaptıklarını çok iyi anlamaktayız. Fakat çocuklarının parasız ve kamusal eğitim görme hakkı elinden alınanların cahilliğini ve kendisini ilerici göstererek kişisel çıkarlar için işbirliğine soyunanların, basitliğini anlamada güçlük çekmekteyiz.
Eğitim İş olarak AKP ve işbirlikçilerine karşı; Atatürk Devrimlerinin, Laik Cumhuriyetin ve parasız, bilimsel ve kamusal eğitimin mücadelesini vermeye devam edeceğiz” dedi.
Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.