Son Güncelleme: 21 Nisan 2014 15:10
Hitit Akademi Derneği’nin, Hitit Üniversitesi ve Turizm ve Kültür Bakanlığı’nın katkılarıyla düzenlediği panele konuşmacı olarak, Selçuk Üniveritesi Tarih Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Muhittin Tuş ile yine Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih bölümü öğretim üyeleri Prof. Dr. Alaaddin Aköz ve Doç. Dr. Hüseyin Muşmal katıldı.
Panelin açılış konuşmasını yapan Hitit Akademi Derneği Başkanı Öğr. Gör. Zekeriya Işık, Tarih yazımının ve tarihçilik anlayışının zamanla değişerek ve gelişerek nasıl sosyal ve kültürel araştırmalar üzerine yoğunlaşan bir yapıya evrildiğinden bahsetti. IŞIK, “Tarihçiliğin, sultanların, kralların, hanedanların, kahramanların peşinde koştuğu ve insanlığın tecrübesidir diye ortaya koyduğu şeyin, gerçekte yeterli bir geçmiş perspektifi ortaya koyamayacağının 20. yüzyıl başlarında ve ortalarında yaşanan iki büyük dünya savaşı ile analaşıldığını belirtti.” Işık, “Bu iki büyük küresel felaket ardından insanlığın medeniyet adına, içinde tarih yazımı ve tarihçilik algısıda olmak üzere ne varsa yeniden sorgulamaya başladığının altını çizdi.“Tarihin bu yeni trendde toplumların, toplulukların ve bireylerin doğumlarından ölümlerine kadar geçirdikleri hayatın karekodları üzerine yoğunlaştığını ve nihayet doğru mecraını bulduğunu söyledi.” Işık, “Hitit Akademi Derneği olarak sosyal sorumluluğu olan projeler gerçekleştirmeyi önemsediklerini bir yıl önce “Krizler Çağında Aile” konulu bir panel düzenledikten sonra şimdide günümüz ailesinin sosyo-kültürel yapısının tarihi arka planını tartışmaya açmanın faydalı olacağına inanarak bu programı düzenlediklerini belirtti.
Panelistlerden Prof. Dr. Alaaddin Aköz, Osmanlı aile yapısının teorik kurgusu ile ilgili bir sunum yaptı. “İslam aile hukuku öncesinde Arap yarımadasındaki nikah biçimlerini değerlendirerek hemen hemen erkeğe sınırsız evlenme hakkı tanıyan bir çok uygulama ardından böylesi bir topluma Kur’an’ın getirdiği en fazla dört eşle evlenme kuralının bir kısıtlama olduğunun anlaşılabilmesi için bu tarihi alt yapının göz ardı edilmemesi gerektiğini belirtti. “Osmanlı tereke defterleri ve nüfus defterlerinden örnekler vererek sürdürdüğü konuşmasında, Osmanlı aile yapısının İslam aile hukuku, özellikle Hanefi mezhebi merkezli bir hukuki zemine oturduğunu ancak uygulamada çoğu zaman bu teorik kurgudan uzaklaşılarak pratik çözümlerle aile sorunlarının halledilmeye çalışıldığını belirtti.” AKÖZ, “Ailenin en temelinde cinsellikle ilgili olduğunu, tarihtede günümüzde de aile içindeki bir çok sorunun bu konu etrafında şekillendiğini oysaki Türk tarihçilerinin henüz bu konuları açıkça tartışacak ve araştıracak pozisyona gelemediklerini, hal böyle oluncada bir sürü sorunun ne sebebi ne de çözümü konusunda ortaya bir şey konamadığını belirtti.”
Prof. Dr. Muhittin Tuş, ise oryantalist bir zihniyetle ön yargılarla ele alınan “Osmanlı Aile” yapısının kanıtsanmış bu yanlış algılamalardan kurtarılması gerektiğini belirterek sözlerine başladı. “Sanıldığının aksine Osmanlı toplumunda çok eşliliğin yaygın olmadığını tereke defterleri üzerinde yapılan çalışmalarda çok eşlilik oranın %10, %15 arası bir seyir arzettiğini söyledi. Yine sanılanın aksine Osmanlı ailesinin büyük değil, bugün çekirdek aile dediğimiz bir yapı arzeettiğini, Osmanlı sosyo-ekonomik yapılanmasında önemli bir yere sahip olan Tımar sisteminin çekirdek aile yapılanmasını teşvik ettiğini belirtti.” TUŞ, “1858 Arazi Kanunnamesi’ne kadar olgunlaşan erkek çocuklarının evlendirilerek yeni eve çıkarıldıklarını böylece yeni bir hane olarak devletten toprak alarak geçimlerini temin etmelerinin sağlandığını, aynı zamanda babanın oğlunun bekarlık vergisini ödemekten de kurtulduğunu bu tür uygulamaların çekirdek aileyi teşvik ettiğini ancak 1858 Arazi Kanunnamesi ile Miri araziden Mülk araziye geçilmesiyle bu kez trendin tersine dönerek mirasın bölünmemesi için büyük aileler ve aile içi yakın akraba evliliklerinin yoğunlaştığını kaydetti.”
Doç. Dr. Hüseyin Muşmal ise Beyşehir üzerinde yaptığı araştırmalardan örnekler verdi. Muşmal, “Özetle Osmanlı aile yapısının tek eşli, çekirdek aile tipli ve tek odalı mimari yapılarda yaşayan bir karakteristiğe sahip olduklarını belirtti.” Çok eşlilik meselesinde de ön yargılardan kurtulunması gerektiğini, sınırlı sayıdaki çok eşli aileler üzerindeki araştırmalarda ortaya çıkan çocuk sahibi olma, soyu devam ettirme, erkek çocuğu ya da kız çocuğu sahibi olma, çok sayıdaki çocuk ölümünden sonra yeniden çocuk sahibi olma gibi o döneme has bir çoğu da günümüzde bile devam eden problemlerin göz ardı edilmemesi gerektiğini söyledi.